18 Temmuz 2025, Cuma
15:39

“Barışın Bedeli: Egemenlik ve Türk Milleti Üzerine

“Barışın Bedeli: Egemenlik ve Türk Milleti Üzerine
BARIŞ İÇİN SAVAŞACAĞIZ MÜCADELE EDECEĞİZ…!!!

KARDEŞLERİM…!!!
Barış savaşmayı bilenlerin hakkıdır. Hakkıyla savaşanlara revadır. Barışı hak etmek için savaşın hukukuna riayet etmek gerekir. Savaşın koşulları olduğu gibi barış da kural ve kaide gerektirir. 
Kadın, erkek demeden savunmasız öğretmene, ebeye, doktora, işçiye, polise, yaşlı genç, kadın çocuk, bebek ayırt etmeden sivillere, sevkiyattaki silahsız askerlerin canına uzanan kanlı ele, barış elini uzatabilir misiniz ?
Barış savaşın karşıtı olduğuna göre, savaş ise iki hasım güç arasında cereyan ettiğinden bahisle, savaş iki meşru ve müsavi gücün mücadelesi olarak anlaşılmalıdır. 
Oysaki mesele meşru ve egemen bir devletle, emperyal güçlerin yemini, suyunu temin ederek üzerimize saldırttığı ipten kazıktan kurtulmuş, bir alay it kopuk tayfası arasında. 
Yani bir tarafta yurdunu ve ulusunu korumakla mükellef bir devletin haklı ve meşru güçleri, diğer tarafta okyanus ötesindekilerin sahaya sürerek rol biçtiği, iç güdüsel lejyoner bir örgüt. 
Devlet Bahçeli’nin şok bir manevrayla Türkiye gündemine gollük bir pas olarak yuvarladığı fırsatı ganimete çeviren terör partisinin balıklama bir dalışla ve diğer paydaşlarıyla can ciğer kuzu sarması bir hali tamamlaması. 
Bu kadar hızlı ve iyimser bir ilerlemenin fizik kurallarına aykırı olduğu bilinmelidir. 
40 yıllık bir acının 40 günde şifa bulması tıbben mümkün olmadığına göre, göstere göstere gelen tehlikenin artçılarına karşı temkinli bir iyimserlikle pozisyon almamız gerekiyor. 
Birileri hiç bir ön koşul, şart ve pazarlık yok derken.. Diğer taraf onurlu barış, yasal düzenlemeler, anayasal haklar ve eşit yurttaşlık diyor. 
Gelinen bu son nokta Türk milletinin her zamankinden daha uyanık ve cesur olması gerektiğini işaret ediyor. 
Uyku ve hipnoz seanslarına kapılmadan soran ve sorgulayan pozisyonunda olmak sadece torunlarımız için değil, toprağın altında yatanlara karşı da borcumuzdur.
Terör örgütü ve legal uzantılarıyla müzakere masasına oturan yönetim erki daha önce millet çeşitliliğinden bahisle anayasal değişim vurgusunda bulunmuştu. 
AKP Genel Başkanı’nın bugünlerde Kürt, Türk vurgusunun yanına ısrarla Arap etnisitesini sokuşturmaya çalışması manidardır.
Malazgirt İttifakı ya da Kudüs Ruhu diyerek, Cumhuriyet Türkiye’sini Kürt - Türk - Arap federasyonuna dönüştürme çaba ve gayretlerinin çıkış noktası Türksüz bir Anadolu projesidir. 
Zira Batı ve Doğu Emperyalizminin bölgedeki tek düşmanı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve eğilmeyen, bükülmeyen, satın alınamayan, biat etmeyen, insanlığın yüzakı Türk Milletidir. 
Malazgirt 15 bin yıllık Türk yurdu olan Anadolu’nun tapusunun alındığı Türklerin kadim topraklarına en son girdiği tarihin adıdır. 
Malazgirt’te Türk ordularının Doğu Roma’ya karşı başlattığı savaşın Araplarla ve Kürtlerle bir ilgisi yoktur. 
Zafer Selçuklu savaşçılarıyla Bizans ordusundan ayrılarak Türk kardeşlerinin yanında saf tutan Hristiyan Türklerin zaferidir. Büyük Atatürk’ün “Bu memleket tarih boyunca Türk’tü, halen Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır” tespiti meselenin panzehiri olarak Türk gibi yaşamak, Türk gibi düşünmek ve bir Türk duruşu göstererek Türkleşmek gereğini işaret ediyor. 
Türklük kan, doku ve kemik esasına dayanmayan, kültürel sosyal ve tarihsel bir duruşu ihtiva eder, yani dik duruşun ta kendisidir. 
Egemenlik bu manada Anayasada tanımlanmış haliyle kendini bu milli tanımın içinde gören herkesin hakkıdır. 
Aksi bir durumda egemenlik hiç bir tali unsurla ve emperyalizmin laboratuvar ortamında yumurtladığı etnik mühendislik ürünleriyle paylaşılamaz.